PASOLİNİ ÜZERİNE BİR ANALİZ DENEMESİ: SERÇELER VE ŞAHİNLER
Filmin analizine geçmeden önce Pasolini ve İtalya'nın o dönemdeki
durumu hakkında konuşmakta yarar var. Pasolini, İtalya'da hala "aşılamayan
enytelektüel" olarak anılıyor. Sanırım bu bile bu analiz denemesinin karşı
karşıya olduğu zorlukları yeterince iyi açıklayabiliyor. Pasolini, yaşamının
ilk yıllarında şairliğiyle dikkat çekiyor. Film çekmeye de kırkından sonra
başlıyor. Yaşamının her döneminde marjinal kişiliğiyle bir yandan dikkatleri
üzerinde toplarken bir yandan da insanların ona korkuyla yaklaşmasına neden
oluyor. Kendi bulunduğu bölgede Komünist Partisi'nin kurulmasında aktif
rol oynayan Pasolini, daha sonra Komünist Partisi'nden ihraç ediliyor.
Pasolini, bir eşcinsel olarak toplumun baskısını da üzerinde topluyor.
Bir yandan kilisenin baskısıyla karşılaşırken ya da ona karşı mücadele
edeken diğer taraftan kilise tarafından iki filmi için ödüllendiriliyor.
Bütün bunları ve daha bilinmeyen birçok şeyi bir ömre sığdırabilen Pasolini
öldürülüp cinsel organları parçalanmış ve üzerinden de arabayla geçilmiş
halde bir yol kenarında bulunuyor. Cinayeti bir genç üstlenmesine karşın
ölümü üzerindeki sır perdesi hala aralanabilmiş değil.
İtalya'ya gelecek olursak: İtalya, filmin çekildiği yıllarda (film 1966
yapımı) yirmi yıllık bir faşist iktidara başeğmek zorunda kalmış ve Mussolini
diktatörlüğünün baskıcı politikaları sonrasında ancak ikinci paylaşım savaşı
sonrasında bu yükü üzerinden atabilmiş bir ülke. Ayrıca İtalya'nın güneyiyle
kuzeyi arasında da derin bir gelir ve yaşam standardı uçurumu bulunmakta.
Güneyde çalışan bir işçi kuzeyde çalışan bir işçinin ancak %20'si kadar
bir para alabilmekte ve bu ve benzer sebepler de İtalya'da güneyden kuzeye
göç olgusunu körüklemekte. Bunu dışında faşist geçmişiyle sürekli bir hesaplaşma
halinde ve bu, o dönemin filmlerinde çokça görülebilen bir tema.
Bunun dışında İtalya'da mevcut rejimin demokrasiye doğru bir değişim göstermesi
ve bu dönemde İtalya'da prestij kazanan sosyalizm/komünizm fikrinin etkisine
de değinmek yararlı olacak. Ayrıca döneme İtalyan Komünist Partisi lideri
olarak damgasını vuran Togliatti'nin fikirlerinin 3. Enternasyonal'den
ayrılıyor olması ve İtalya için özgün bir yaklaşım geliştirip uzlaşmacı
bir yaklaşım geliştirmesi yine değinilecek noktalardan bir tanesi. Pasolini'nin
Gramsci'ye yakın bir duruş geliştirmiş olduğunu da kaydedelim.
Gelelim Şahinler ve Serçeler'e
Bu filmi analiz etmek gibi bir iddiamız
yok tabii ki. Bizim yapabileceğimiz ancak bazı noktalara ve filmi izlerken
dikkatimizi çeken şeylere değinmek olabilir ancak. Barthes'in ve daha birçok
göstergebilimcinin de film üzerinde çalışmış olduklarını belirtmek bu düşüncemizde
ne kadar haklı olduğumuzu kanıtlar niteliktedir.
Film, Mao'nun bir röportajından bir alıntıyla başlıyor: "İnsalık nereye
gidiyor?" ["Whither humanity?"]. Önce bir yol görünüyor, sonra da bu yolda
yürüyen bir baba-oğul. Babayla oğul yol boyunca birçok şeyden konuşarak
yürüyorlar. Sonra dinlenmek ve bir şeyler içnek üzere bir café'de duruyorlar.
Burada Amerikanvari bir müzikle Amerikanvari danseden gençler görüyoruz.
Onlar sonra otobüslerinin gelmesi üzerine otobüse doğru koşuyorlar, ama
otobüs onları almıyor.
Daha sonra intihar eden bir karı-kocanın intiharı üzerine toplanmış
bir kalabalığın yanında durup cesetlerin çıkarılmasını izliyorlar. Bu arada
sokak tabelaları dükkat çekiyor: "Benito Weeper Sokağı: İşsiz" ["Via Benito
Weeper: Unemployed"] gibi
Tabelalarda dikkat çeken şey olağanın aksine
hiç de ünlü olmayan "isimsiz" insanların isimlerinin verilmiş olması. Bu
intihar sahnesinden sonra baba ve oğul ölüm-yaşam üzerine konuşmaya koyuluyorlar.
Baba, bir zenginin ölümüyle bir yoksulun ölümünü karşılaştırıp şunu söyler:
"Yoksullar, bir ölümden bir başkasına giderler" ["The poor man goes from
one death to another death"]. Bu arada, bize doğru yürümekte olan baba
ve oğulun arkasında yine bize bir şeyler göstermek için konulmuş gibi duran
bir tabela vardır: İstanbul 4253 km. Bu bize bir yandan baba
oğulun güneyden kuzeye doğru gittiklerini gösterirken diğer yandan da yönetmenin
İstanbul'da bulunduğu döneme, belki Bizans ya da Roma İmparatorluğu'na
bir göndermedir. Bunu bir üçüncü dünya ülkesine yapılan bir gönderme olarak
da okumak mümkün.
Ölüm ve yaşam üzerine diyalogtan sonra baba ve oğul konuşan bir kargayla
karşılaşırlar. Karga, filmde açıkça belirtildiği üzere Togliatti'nin ölümü
öncesi İtalyan sol entelektüellerini tamsil etmektedir. Tabii kargayı yönetmenin
kendisi olarak da düşünmek son derece anlamlı olabilir. Ve oğulun (Ninetto'dur
oğlanın adı) "profesör" dediği karga da onlara katılır. Bu arada ekranda
bir yazı belirir: "Yol başladığında yolculuk çoktan bitmiştir" ["The road
begins and the journey 's already finished"]. Karga baba-oğula nereye gittiklerini
sormaktadır sürekli. Baba da "Aşağı doğru" diye karşılık vermektedir. Karga
bu konuda ısrar ettikçe baba da yalnızca yukarıdaki yanıtı vermektedir.
Karganın nereye gittiklerini sorması filmin başındaki alıntıya benzemektedir:
"Whither humanity".
Karga kendisinden sözeder. Adresi şöyledir karganın: İdeoloji ülkesinin
başkentinde oturuyorum. Gelecek Kenti, Karl Marx Sokağı, 70 kere 7. Bunun
üzerine baba da kendi adreslerini verir: Çöplük Caddesi, 23, Çok Aç Sokağı.
Sonra karga onlara dinle ilgili bir hikaye anlatmaya başlar: hikaye,
sahinler ve serçeler üzerinedir. Biz onu Burjuvalar ve Proleterler olarak
okuyoruz. Hikayede bir keşiş iki kişiyi, bunlar filmdeki baba ve oğuldur
hikayede de, şahinlerle ve serçelerle iletişim kurmakla, onlarla konuşmakla
görevlendirir. Bunun üzerine iki keşiş yollara düşerler. Önce şahinlerle
iletişim kurup onlara Tanrı'ya itaat etmelerini öğütlerler. Şahinlerin
ağzından dine bir eleştiri yöneltmektedir yönetmen. Keşişler şahinleri
imana getirmeyi başarırlar. Şimdi sıra serçelerdedir. Bir yıla yakın bir
süreyi de serçeleri anlamaya çalışmakla geçirirler. Bu arada keşiş artık
bölgede uğurlu sayılmaktadır ve ona adaklar adanmaktadır. Bundan yararlanmak
isteyen kişiler azizin bulunduğu yerin etrafına yiyecek standları kurmuşlardır.
İsa'nın Kudüs'te Kabe'deki standları yıkmasına gönderme yapan Pasolini,
keşişebütün bu standları yıktırır. Onlar da Tanrı kavramından haberdar
değildir ve keşişler "iyi haberler" getirdiklerini söylediklerinde onların
yiyecek getirdiklerini düşünmüşlerdir. Onları dakonuşup imana getirdikten
sonra artık görev tamamlanmıştır ve geri dönmeye hazırlanırlar. Yolda tam
dünyadaki bütün güzellikler için Tanrı'ya teşekkür ederlerken bir şahinin
bir serçeyi yediğini görürler ve bu görüntü onları kahreder. Burada açıkça
burjuvaziyle proletarya arasındaki uzlaşmaz çelişki, emek-sermaye çelişkisi
gösterilmekte ve bir "uzlaştırıcı" olarak dinin durmuna değinilmektedir.
Onları görevlendiren azizin yanına döndüklerinde -azizin adı da ironik
bir biçimde Francis'tir. Saint Fransisco kuşlarla konuşabildiği söylenegelen
azizin adıdır- aziz onlara bu dünyanın değişmesi gerektiğini ve bunu yapacak
olanın da mavi gözlü, sarışın bir mesih olacağını söyler. Ve dünyanın adaletsiz
olmasına ve sınıflarla sınıflar, uluslarla uluslar arasında çatışmalar
olmasına örnekler verir. Burada Pasolini'nin dine bakışı ortaya çıkar.
O, dini kilise gibi baskıcı bir kurumun halkı yatıştırma aracı olarak değil,
dünyayı değiştirecek devrimci ruhun bir göstergesi olarak ele alır. Onda
din asla kurumsallaşmış bir şey değil, aksine, mistik bir değişim umududur.
Hikaye bittikten sonra tekrar yolda kargayla yürüyen baba ve oğula döneriz.
Baba ve oğul sıkışıp bedensel ihtiyaçlarını gidermek üzere bir bahçeye
girerler. Ancak bahçenin sahipleri bu duruma öfkelenince kavga çıkar ve
bahçe sahiplerinin eşleri baba-oğula ateş etmeye başlarlar. Ancak sesler
o silahların sesleri değil, gerçek bir savaştan alınmış seslerdir ve o
görüntüye monte edilmişlerdir. Baba ve oğulun yanında kaçan karga, artık
hiçbir işe yaramayacak öğütler vermektedir baba-oğula. Bunların arasında
burada anılacak olanı Gandhi'yle ilgili olanı: Karga babaya pisliğini mendiline
sarıp oradan gitmesi gerektiğini söyler. Burada Togliatti'nin uzlaşmacı
tavrıyla Gandhi'nin pasivist tavrı arasında benzerlik kurulmaktadır. Bir
savaşa ya da saldırıya karşı insanların boyun eğmesini ya da pasif davranmasını
kabul etmemektedir yönetmen.
Baba, oğul ve karga bir süre sonra kendilerine borcu olan bir ailenin
evine gelirler. Evin kadını o sırada bir kuş yuvasından yemek yapmaktadır.
Aile o kadar yoksuldur ki anne çocuklara dört gündür gece olduğunu söyleyip
uyumalarını sağlamakta ve böylece ondan yemek istemelerini engellemeye
çalışmaktadır. Burada müzki Çin'i anımsatmaktadır. Zaten kadın da adama
yalvarırken "The Chinese" diye ağlamaktadır. Evin erkeği kördür. Baba,
borcun gününün geldiğini ve artık vermeleri gerektiğini söyler. Ama kadın
zaten her şeylerini almış olduğunu bu nedenle verecek hiçbir şeyi kalmadığını
söyler. Bunun üzerine baba da evlerini ellerinden alacağını söyler. Bu,
kadının kuş yuvalarını bozmasına benzemektedir. O da kendi evini kaybedecektir.
Kadın bunun üzerine babaya yalvarmaya başlar. Bir Çinli'yi anımsatmaktadır.
Daha sonra baba-oğul, yolda bir gezici tiyatro grubuna rastlarlar.
Tiyatro grubunun en yaşlısı onlardan Cadillac'larını itmelerini ister
(Tiyatro grubunun adı "Flying Entertainers"tır). Tiyatro grubundaki
herkesin arabayı itmemek içi bir "mazereti" vardır çünkü. Baba bu isteği
hemen kabul eder ve arabayı itmeye başlarlar. Ancak uzun çabalar sonunda
bir türlü arabayı çalıştırmayı başaramazlar. En sonunda vazgeçerler. Bu
arada tanışma fırsatı bulurlar. Tiyatro grubundaki herkesin ilginç
isimleri vardır: Pasquale Jug-handis ears, Ciro lo Cocco, Clean Record
gibi...
Daha sonra baba, ayağındaki nasırdan söz açar ve tiyatro grubunun siyah
üyesi de ona bir krem satabileceğini söyler. İlk önce beş bin ister ama
sonunda bir binliğe anlaşırlar. Birden kadın bir sürü insanın o tarafa
doğru gelmekte olduğunu görür. Ve hemen dekorları kurmaya başlarlar.
Oyunun adı "Roma Dünyayı Nasıl Harap Etti"dir [How Rome Ruined The World].
Hep suskun kalmış olan oğul oyun oynanırken şunu söyler: "Yirmici
yüzyıldayız, hala bunu oynuyorlar." O sırada fonda kargayla ilk
karşılaştıklarında çalan Rus müziği çalmaktadır. Ve kalabalık bir insan
kitlesi ölgün adımlarla baba-oğulun arkasından bilmediğimiz bir yere
doğru gitmektedir. Burada Üçüncü Enternasyonal'in merkeziyetçi tutumuna
karşı bir eleştirinin olabileceği akıllara gelmektedir. Oyunda kadın bir
canavardan korkar ve bağırmaya başlar. Ama bir süre sonra çığlıklarının
canavar korkusundan değil doğum yapacak olmasından kaynaklandığı anlaşılır.
Kadın çığlıklar içinde yatırılır ve bir kız çocuk dünyaya getirir. Doğum umuttur
ve söz konusu oyun oynanırken gerçekleşmesi de nereye gönderme yapıldığını
göstermektedir. Belki de tüm filmdeki umuda yer verilen tek yer burasıdır.
En yaşlı adam çocuğu eline alıp "Bir ağız daha" der. Onu en çok bu yanı ilgilendirmiştir. Bir kişi daha artık onların ekmeğine ortak çıkacaktır. Çocuğun adı da tiyatro grubunun diğer üyeleri gibi ilginç olur: "Welcome". Sonra maytaplarla kutlama yaparak arabaya binerler ve araba "ne hikmetse" çalışır. Giderler. Baba, oğul ve karga yine yalnızdırlar. Baba, satın aldığı yeni kremi ayağına sürmektedir. Bunun üzerine karga gülmeye başlar. Adam neden güldüğünü sorduğunda karga ona yanlış kremi sürmekte olduğunu ve kutuyu okumasını söyler. Oğul okur, ama bir şey anlamazlar ve kargaya ne demek olduğunu sorarlar. Karga adama kaç çocuğu olduğunu sorar: 18. ve eğer bu kremi kullanmış olsaydı bu kadar çocuğu olmayacağını söyler. Bundan sonra aralarında çok çocuk yapmak üzerine bir tartışma başlar. Karga tüm dünyadaki açlık ve sefaletten bahseder ve çok çocuk yapmanın yanlış bir şey olduğunu savunurken adam Tanrı'nın verdiği çocukları doğurmak gerektiğini söyler. Tartışma böylece sürerken, baba oğluna işaret eder ve kaçmaya başlarlar. Ama kargadan kurtulmak o kadar kolay değildir. Karga konuşmaya devam eder. Ve kendi sonunun geldiğini ama ideolojilerin yollarına devam edeceğini söyler. Burada kendi sonuna dair bir kehanette bulunmaktadır karga (ya da İtalyan sol entelektüellerinin Togliatti öncesi dönemi).
Sonra yürüyerek babanın borçlu oladuğu bir mühendisin bulunduğu bir partiye giderler. Parti Dante'ye meraklı bir dişçinin (Dentista Dantista) evindedir. Evdeki uşak robot gibi hareket etmektedir. Mühendisin yanına giderken geçtikleri koridorların duvarları resimler, büstler ve heykellerle doludur. Duvarlar görünmemektedir. Burada da burjuvazinin asnat anlayışına yönelik bir eleştiri vardır: onların sanat anlayışı bir sanat toplayıcılığından öteye geçememektedir. Böylece mühendisin yanına varırlar. Önce mühendisin iki köpeği gelerek onların üstüne atlar. Baba-oğul iki köpeğin ayakları altında kalmışlardır. Köpeklerin pençelerinin baba-oğulun üstünde olması biraz sonraki diyaloglarla da beraber düşünüldüğünde anlamlıdır.
Birazdan mühendis çıkıp gelir. Yanında iki köpek daha vardır. Babanın borcunun süresinin dolduğunu ve ödeme yapmasının gerektiğini söyler. Baba ise başından geçen olayları anlatır. Oğlunun bir kaza yaptığını, bu nedenle para vermek zorunda kaldığını, borcunu alamadığını vb. açıklayıp köpekleri çekmesini ister. Bunun üzerinde mühendis "Eğer parayı ödemezsen seni hapse tıkarım", ["So pay up or I'll put you in jail"]der. Bu sözlerden sonra mühendisin köpeklerini burjuvazinin iktidar aygıtlarına benzetmeden edemezsiniz. Mühendis onları hapse attırmak konusunda kendisine çok güvenmektedir. Her şeye karşın baba mühendise saygılarını sunar ve oradan ayrılırlar. Çıkarken yolda dişçinin ellerinde enstrüman olmayan bir orkestrayı yönettiğini görürüz. Resimlerle dolu duvarları anımsatır bu durum. Karga çıktıktan sonra: "Hep aynılar, hiçbir şey onları değiştirmeyecek", ["They are always the same, nothing will change them"] der. Bu sırada gitmekte olan bir otobüse yetişmek üzere oğlan koşmaya başlar. O otobüse yetişir. Babası da olabildiğince hızlı (yaşlı bir adam ne kadar yapabilirse) yaklaşmaktadır. Tam geldiği sırada otobüs hareket eder. Çok umutsuzluk verici bir durumdur. Bu arada baba ve oğul yürürlerken arkada bir tabela görünür: Küba 13 257 km. oğul fabrikada işe girdiğinde ilk grevde mühendisin köpeklerini öldüreceğini söyler. Ve babasına onun dagelip gelmeyeceğini söyler. Burada da köpeklerin bulunduğu konumun bir iktidar aygıtı konumu olduğu anlaşılmaktadır. İlk grevde, burjuvaziye karşı ilk direnişte oğul onları yok edeceğini söyler.
Hemen sonrasında Togliatti'nin cenaze törenine götürür bizi yönetmen. Bunlar, cenaze töreninden alınmış gerçek görüntülerdir. Uzunca bir süre bunları izleriz.
Cenaze töreninden sonra karga, artık onlara nereye gittiklerini sormayacağını söyler. Her şeyi bilen kendisi için onların nereye gittiğinin bir sır olarak kalacağını da sözlerine ekler. Toprak bir yolda yürümeye devam ederler. Yol kenarında oturmakta olan bir fahişeyle karşılaşırlar. Kadının adı Luna'dır. 100 metre daha yürüdükten sonra önce baba sonra da oğul mideleri ağrıyormuş gibi yaparak kadının yanına giderler ve sonra geri dönerler. Bu sırada babayla konuşan karga şunları söyler: "Profesörler soslanıp yenmelidirler. Ama onları yiyen de zamanla profesöre dönüşecektir" ["Professors should be eaten with a piojuant sauce. But anyone who digests them turns into a bit of a professor himself"]. Burada da umudun kırıntılarını bulmak olanaklı. Profesörlerin yenmesi gerektiğini söylüyor ama onları yiyenlerin de profesöre dönüşeceği yine de bir umut ışığı yakıyor. Bu arada ekranda karganın çok ama çok konuştuğu yazısını görürüz. Ancak söylediklerinden bazıları kayda değerdir ve kendi sonuna dair kehanetler de içermektedir: "God, fatherland, family how I railed against them. Today, it's no longer any use. Or maybe it's me... My time is over. My words fall into void. But I do not bewail the end of my beliefs.someone else will come, take up my banner and bear it forward. I weep only for myself. That's human, for someone who feels he doesn't count anymore."
Biraz sonra baba-oğul kargayı kesip soslayıp yerler. Çünkü onunla yollarına daha fazla devam edemeyeceklerdir.
Film son derece karamsar bir biçimde biter. Atladığımız ve iyi açıklayamadığımız bütün sahneler affola...
vertov
|