TRAIN DE VIE
Nazilerden kaçan Yahudiler komik olabilir
mi? Radu Mihaileanunun son filmi Yaşam Treni (Train De Vie) birçok kesimin
bu soru etrafında tartıştığı bir film. Film, 1941de nazi faşizminden sahte
bir sürgün treniyle Filistin (Kutsal Toprak)e kaçan bir Yahudi köyünün
başından geçenleri anlatıyor. Üslup anlamında Hayat Güzeldirle ciddi
benzerlikler taşıdığı da bir gerçek: Baştan sona ironiyle örülmüş (örülmeye
çalışılmış) ve seyirciyi faşizmle yüzyüze bırakmamaya gayret edilerek takip
eden Nazileri filmin sürükleyici unsuru olarak kullanılmış. Ancak Hayat
Güzeldir kadar başarılı olduğu söylenemez. Üstelik yönetmenin (yazarın)
bu hikaye üzerinden vermeye çalıştığı ideolojik mesaj ayrıca tartışılmalı.
Tren: içinde Yahudilerin bulunduğu ve
dışarının tehlikeli olduğu bir kapalı alan. İçinde köylüler, komünistler,
din adamları ve sahte Naziler gibi kategoriler bulunuyor ve bu dört kategori
üzerinden dünya (ya da filmin adında da belirtildiği gibi yaşam) temsil
ediliyor. Kulaktan dolma bilgilerele komünist olmuş Yossi (Michel Muller)
film boyunca trendeki köylüleri ayaklandırmaya çalışmaktadır. Bunu başardığında
köylüler trenden kaçarlar. Ancak kaçtıkları yer dışarısıdır. Yaşam (tren)
dışı, dünya dışı bir şeydir onların istediği ve bu olanaksızdır, trene
binilmeli ve yola devam edilmelidir. Bunula beraber komünistlerin koyduğu
katı kurallar da film boyunca eleştirilmekte ve bunun üzerinden sosyalist-komünist
cepheye ciddi bir ideolojik saldırı gerçekleştirilmektedir. Çünkü Esther
(Agathe De la Fontaine) in göğüsleri bütün Marx, Engels ve Leninlerden
daha güzeldir. Yönetmen delinin (Shlomo) ağzından konuşarak film boyunca
kendi cümlelerini de seyirciyle buluşturmaktadır. Buna en güzel örneklerden
birisi dini ayin sırasında Nazi subayıyla Yossi arasında yaşanan tartışmada
Shlomonun yüzeysel bir hümanizmle söyledikleridir belki de. Dünya yalnızca
komünistlerle faşistler arasındaki tartışma (savaş-çatışma) yüzünden bu
durumdadır: Hepimiz insanız ve birbirimize saygı göstererek insanca yaşayalım.
Bu arada dini de eleştirmekten geri durmayan yönetmen Tanrıyı insanın
yarattığını söyleyerek yine insan faktörtünü ve yine yüzeysel olarak ön
plana getiriyor. Trenin yine Nazi kılığına girmiş çingenelerle karşılaşması,
Kusturicanın kulaklarını çınlatıyor. Belki de yönetmen kendini faşizm
karşısında, Kusturicanın Yugoslavyadaki savaşta kendini konumlandırdığı
açıda gördüğünü ve olaya bu açıdan baktığını söylemeye çalışmış. Yönetmen
olayın siyasal boyutlarının farkındadır.
Trenin kurtulduğu sahnenin ayrıca tartışılması
gerkir. Tren tam sınıra varıldığında, tam caphede Sovyetler Birliği ile
Faşizmin savaştığı yerde özgürlüke kavuşmuştur. Yine faşizmle komünizm
savaşmaktadır ve tren kendini yine bu savaşın dışında tutarak özgürleşmiştir.
Bütün bunlar düşünüldüğünde bir ideolojisizlik
treninin zaferinin düşlendiğini görüyoruz filmde. Bu zaferin barışı, huzuru
ve özgürlüğü getireceğine inanmış yönetmen. Ama ne Kusturicanın Yugoslavyadaki
savaştaki tutumu bir ideolojisizliğe işaret eder, ne de bugün böyle bir
kurtuluşun olanaklılığını tartışmak anlamlıdır.
vertov
|