MONTHLY REVIEW Volume: 52 Number:
4
Sosyalizm: Kaçma Zamanı mı?
[Bu makale Monthly Reviewün editörleri tarafından kaleme alınmıştır.]
Bazı tuhaflar, radikaller(*) kapitalizmin sonsuza dek süreceğine inanıyorken
sosyalizmden korkanların muhafazakarlar olduğunu iddia ediyorlar. Söylediklerine
göre, radikaller kapitalizmin devrimci tarzda bir yıkılışı düşüncesini
terkederken, muhafazakarlar, yaygın popüler hoşnutsuzluktan korkuyorlar.
Bir abartı mı? Elbette. Böyle olmasına karşın, bu nükteli söz hiç de yersiz
değil. Solun bazı kesimleri gerçekte sınıftan ve demokratik, eşitlikçi
sosyalizm görüşünden kaçıyorlar. Günümüzün önemli toplumsal meseleleri
-ırk, cinsiyet ve çevre- hiç olmadığı kadar sınıf yapısının rolünden koparılıyor.
Kapitalist sınıfın kuralları ve sınıf mücadelesi geçmişin tozlu raflarına
itilmeye çalışılıyor. Bilinçli ya da bilinçsiz olsun, sınıftan kaçışın
altında yatan varsayım, kapitalizmin yarattığı mucizevi yeni teknolojilerle
şu ya da bu şekilde kesin olarak süreceğidir. O zaman en iyisi, toplumsal
koşulları sistemin izin verdiği ölçüde düzenlemeye sıkı sıkıya tutunmaktır.
Bu sınıftan kaçış genellikle sosyalizm ihtimalinin kategorik reddiyle
de güçlendiriliyor. Bunun kanıtı da, Sovyet bloğunda ortaya çıkan türden
bir sosyalizmin tarihsel olmayan ve yüzeysel bir gözden geçirilmesiyle
elde ediliyor. Böylelikle, yukarıdan sosyalizmin çelişkileri ve toplumun
imtiyazlı sektörleri göz önünden kalkıyor. İnsanlar arasındaki; seçkinlerle
kitleler, kent ile köy ve az gelişmiş bölgelerle avantajlı bölgeler arasındaki
derin farklılıklar yok sayılıyor. Yönetici elitlerin, kendilerinin ve çocuklarının
imtiyazlı konumlarını sağlamlaştırmanın bir yolu olarak yeni mülkiyet ilişkileri
içindeki çıkarları hesaba katılmıyor. Radikaller arasında önde gelen bir
eğilim, çatışan çıkarlardan kaynaklanan gerilimi gözlemlemek yerine, çöküşün
esas nedeni olarak dikkatleri merkezi planlamanın varsayılan kaçınılmaz
başarısızlığına çekiyor.
Kuşkusuz, sınıf mücadelesinden bu yaygın kaçış bir tek biçimlilik [uniformity]
göstermiyor.(1) Biz, bu kaçışın bir parçası olan herkesin aynı hatalar
içerisinde bulunduğunu düşünmüyoruz [tar with the same brush; tar:
aynı zamanda katranlamak anlamına geliyor. çev.]. Aslında amacımız da
solcuları katranlamak değil. Yine de solda genişlemekte olan boşluğa bir
karşı duruşla yanıt vermek gerekiyor. Bu konuda son dönemde basılan iki
yayın; kaçışın borusunu öttürenlerle, bunu reddedip bu gezegende yaşayan
milyarlarca insanın mutsuzluğunun ve güvensizliğinin üstesinden gelmek
için bitmeyen kavgaya çağrı yapanlar arasındaki farkı görmek için fırsat
sağlıyorlar. Bir tarafta, New Left Reviewün Ocak-Şubat 2000 sayısında
dergi için yeni bir duruş belirleyen Perry Andersonın başyazısı var. Diğer
tarafta ise, Daniel Singerın büsbütün karşıt analizler ve mesajlarla dolu
son kitabı Whose Milleninum? Theirs or Ours? (New York: Monthly
Review Press, 1999) yer alıyor.
Perry Andersonun New Left Reviewün yeni yüzyılın ilk sayısındaki Yenilemeler
[Renewals] başlıklı başyazısı bir onarımın zamanı olduğunu ilan ediyor.
Bu sayıyla, diyor Anderson, önümüzdeki dönemdeki değişiklikleri göstermek
için; radikal geleneğin korunarak numaralandırmanın kesilmesiyle [dergi
yeniden 1den başlayarak numaralandırılmaya başlanıyor. çev.] ve yeni
bir tasarımla belirlenmiş yeni bir dergi dizisine başlıyoruz.. Peki,
yeniden numaralandırma ve tasarım dışında yeni olan ne var? Yanıt, aşağıdaki
alıntıda geniş bir şekilde veriliyor:
Bugün, gerçekçi bir sol için tek çıkış noktası,
tarihsel yenilginin anlaşılır bir kaydıdır [registration]. Sermaye, açıkça
kendi yönetimine yönelen bütün tehditleri geri püskürtmüştür
Sol için
geçen yüzyılın dersi Marx tarafından öğretilmiştir. İlk görev, sabit bir
devinim halindeki karmaşık bir üretim ve kar makinesi olan kapitalizmin
güncel gelişimine katılmaktır
Ufukta, sermayenin gücüyle karşılaştırılabilecek
güçte bir kolektif aday gözükmemektedir. Öyle bir zamandayız ki, genetik
mühendisliği hayal gibi belirirken, sermayenin dengesini bozabilecek mevcut
tek devrimci güç, bilimsel ilerlemenin kendisidir üretim güçleri; hala
bir sosyalist hareketin varolduğu zamanlarda üretim ilişkilerinin başatlığına
ikna olmuş Marksistler arasında pek de tutulmayan bir devrim.
Ama, eğer, bir sistem değişikliği için insanların güçleri
tekrar ortaya çıkacak olursa, bu, kapitalizmin metabolizmasından olacaktır.
Bunu değiştiremeyiz. Yalnızca bu sistemin evriminde bulabiliriz bir başkasının
sırlarını. (s. 16-17)
Marx kapitalizmin güncel gelişimine katılmanın ilk görev olduğunu
mu öğretiyormuş? Bizim bildiğimiz Marx, her şeyden önce, bir toplumsal
devrimciydi. Toplumsal mücadelenin gelişimi ve gerilemesi [retreat] sırasında
toplumsal değişimin dönüşümü boyunca da öyle kaldı. Ne 1848 devrimlerinin
yenilgisi ve Komünist Liganın sona ermesi ne de Paris Komününün düşmesi
onun devrimci mücadeleden vazgeçmesine vesile olmadılar. Marx ve Engels,
yaz savaşçıları değillerdi. Onlarınki bir uzak görüşlülüktü. Yenilgiler,
yeni mücadelenin yolunu hazırlamak için analiz edilmeliydiler. Dahası,
Marxın kapitalizmin güncel gelişmesi üzerine yaptığı yoğun çalışmalar
mücadeleden bir ayrılış değil, toplumu dönüştürme gücü için işçi sınıfına
yapılan bir yardım olarak görülür. Kapitalin Birinci Cildi Ondokuzuncu
Yüzyılda işçilerin İncili olarak anılırdı.
Anderson, sınıf ilişkilerinin önemini azaltmayı haklı göstermek için
bilimsel gelişmenin bugün (ve tahminen gelecekte de) kapitalizmin dengesini
bozma gücündeki tek devrimci güç olduğunu söylüyor. Bilimsel gelişim,
ordunun daha etkili askeri projeler için yaptığı araştırmaların bir yan
ürünü gibi geniş ölçekte kar güdüsüyle yönlendirildiğini değil, yansız
[neutral] olduğu düşünülüyor.
Eski moda Marksistler bir sosyalist hareketin varolduğu zamanlarda-
toplumsal ilişkilerin başatlığına ikna olmuş olmakla sözde hata yapmışlardır.
Şimdi artık böyle bir hareket ve dolayısıyla gerçekte hesaba katılması
gereken tek şeyin üretici güçler olduğunu gizlemenin bir nedeni olmadığına
inanmamız isteniyor. Ama bu, Marksistlerin yeni teknolojik gelişmelerin
sonucu olarak güçlü bir sosyalist hareket yükselene kadar (ya da yükseldiği
taktirde ve yükseldiği sürece), üretim ilişkilerinden bahsetmekten vazgeçmeleri
ya da bunu önemsememeleri anlamına mı geliyor? Peki, sol arkasına yaslanıp
oturursa ve bunun gelecekte bir gün gelişmesini beklerse o zaman nasıl
olacak da canlı bir sosyalist hareket ortaya çıkacak?
Bu yeniden-değer biçmeyi [reassessment] gören birisi birçok ülkede yaşamsal
emek hareketlerinin varolduğunu ve umut vaadeden diğer bazılarının gelişmekte
olduğunu asla bilemez. Örneğin Leo Panitch tarafından Socialist Register
2001 için hazırlanan Working Classes, Global Realities (Marlin
Press and Monthly Review Press, Kasım 2000) başlıklı yazıdaki hesaba bakalım:
Bunun emek için yeni stratejiler belirlemek için
elverişli bir zaman olabileceği yalnızca son yıllarda birçok ülkede patlak
veren grevler (bu cilt Mayıs/Haziran 2000de bittiğinde Arjantinde Hindistanda,
Nijeryada ve Güney Afrikada genel grevler vardı.) ya da sınıfsal bilincin
işçi sınıfının öz kimliğinin tarihsel olarak çok düşük boyutlarda olduğu
ABDde bile arttığını gösteren son araştırmalar göstermiyor.(2) Bu çelişki
ve bilinç olaylarından daha önemli bir gerçek var ki o da şudur:
emek, onu daha kapsayıcı bir toplumsal etmen yapan yollar içerisinde değişiyor.
Burada herbiri birçok ülkenin işçi sınıfını yeniden düzenleyen ve çeyrek
yüzyıl ya da daha önce olduklarından hem nesnel hem de öznel anlamda çok
daha farklı bir hale getiren iki temel gelişme vardır: kadınların emekgücüne
(yeniden) girişi ve güçün değişen modelleri. İşçi sınıfları, kuşkusuz,
her zaman muhtelif bileşenlerden oluşmuştur: anlamlı olan, eski emek hareketlerinin
emekçi sınıfların günümüzde bileşenlerinin değişmesiyle nasıl değiştiğidir.
Andersonun işçi sınıfının koşulları ve etkinliğiyle ilgilenmediğini
söylemek adil olmaz. Özet olarak onu sosyalist idealden vazgeçtiğini düşünmek
için de hiçbir neden yok. Ama, ona göre, halihazırda etken hiçbir sosyalist
hareket olmadığı için, bize düşen, beklemek ve kapitalizmin değişimin koşullarını
yaratmasını beklemek: eğer, bir sistem değişikliği için insanların güçleri
tekrar ortaya çıkacak olursa, bu, kapitalizmin metabolizmasının içinden
olacaktır. Toplumsal dönüşüm için potansiyel güçleri üretecek olan kapitalizmdeki
değişimler ve onun bilimsel harikalarıdır. Peki sanayileşmiş dünya ile
geri kalan sömürge dünya arasındaki eşitsizliğe ve aslında önde gelen kapitalist
ülkelerin gelirleri arasındaki farkın büyümesine ne demeli? Bu gezegende
mutsuzluk, açlık, tedavisi olmayan hastalıklar ve önlenebilir erken ölümler
içinde yaşayan milyarlarca insan kapitalizmin kendi metabolizmasını mı
beklemek zorunda? Kapitalizm, bir teknolojik devrimden diğerine geçerek
geçmişte pek çok kereler kendi bünyesi içinde yıkıldı. Ama bu devrimler
dünya nüfusunun en fazla yüzde 25 ya da 30una daha esenlikli ve daha güzel
bir yaşam sağlarken, çoğunluk ve azınlık arasında sürekli büyüyen kutuplaşmada
bir azalma görülmedi. Bugünün elektronik mucizelerinin kapitalizmin temel
hareket yasalarını dönüştüreceğini ummak için boş spekülasyonların ötesinde
geçerli bir neden var mı?
Bütünüyle Farklı Bir Bakış
Daniel Singerın son kitabının adı tam tersi bir analiz ve görünüşten
bahsediyor. Whose Millennium? Theirs or Ours?, bazı sol çevreler
ve solcu geçinen kesimler tarafından kapitalizmin hiçbir alternatifi olmadığı
(there is no alternative -TINA) varsayımının çürütülmesiyle ve aslında
tam bir mahkumiyetiyle dolu. Singerın ortaya koyduğu manzara, kapitalizmin
sonsuza kadar sürmeyeceğini ve kapitalizmin sonlanışına ve çöküşün doğasına
ilişkin yanıtların, dışında durup kapitalizmin kendini yıkmasını beklemekte
olmadığını ortaya koyuyor. Hata, sevgili Brutus, yıldızlarımızda değil,
bizzat kendimizde
Amacımız, iki örneği bütün açılardan birbirini karşılayan örnekler olarak
göstermek değil. Biri, bir derginin, yukarıda tartışılan paragrafın yanısıra
birt dizi konu ile ilgili yeni görüngesini [perspektifini] açıklayan bir
yazı. Diğeri ise, dünya ekonomisinin bugün bulunduğu aşamanın, Rus Devriminin
yan etkilerinin, sosyal demokrasinin iflasının ve daha birçok esaslı konunun
tam bir değerlendirmesi olan bir kitap. Burada bu kitaba dönmemizin nedeni,
Andersonun aksine alternatif bir rota geliştirmenin tarihsel olasılığına,
olabilirliğine ve hatta gerekliliğine verdiği önemdir. Singerın girişinde
belirttiği gibi:
Her şeyin ötesinde, bu makale, kapitalizmin beklenir
çöküşünü ya da sosyalist bir binyılın gelişini ilan eden bir makale değil.
Bu tür çalışmalar için birçok büyük beklenti parçalandı gitti. Ama harekete
geçmek için zaferin kesinliği vazgeçilmez bir koşul değildir. Olabilirliği,
yeterli bir kışkırtıcıdır zaten. Whose Millennium?, TINA (bir alternatifin
yokluğu savı çev.)ya karşı kökten bir ayaklanma hareketidir; Whose Millennium?,
baskın boyun eğme anlayışının ve onun doğal müttefiki sorumsuzluğun bir
reddidir. Biz sisteme bağlanmış değiliz ve hiçbir şey bizim kapitalist
ufkun ötesine bakmamızı engelleyemez. Bütün sorumluluklarımızı yadsıyıp
rol yapamayız. İktidarsızlığa mahkum olmak ya da atalet, kaderimiz değildir.
(s. 8)
Singerın çağrısı, iniş-çıkışların olmadığı, uzun ve zor olmayan
bir mücadele yanılsamasına dayanmayan, bitmeyen bir kavgadır. Etkili olabilmek
için, geçmişte nelerin ters gittiğini öğrenmeli ve hem gerçekçi hem
de ütopyacı olan bir gelecek tasarımı öne sürmeliyiz. Singer, parlak bir
gelecek sözü verip ona ilişkin kehanetlerde bulunmuyor, ama güçlendirilmiş
ve militan bir sosyalist harekete kılavuzluk etmesi gereken bir çerçeve
sunuyor. Peki, eğer sisteme bağlanmış değilsek, hangi alternatifler için
çalışmalıyız? Bu konuyla ilgili olarak A Society of Equals başlıklı bölümünde
Singer, uzun vadede etkinliği ihmal edilen ve önemi azımsanan bir sol teması
öne sürüyor. Bu meseleyi ele alışı, fırsat eşitliği ya da gelir eşitliği
gibi alışılmış bakış açısının ötesine taşıyor. Bizim hedefimiz, diye
yazıyor yalnızca insanların çalışmalarını anlamlandıracak değil, ama aynı
zamanda onların istek ve düşlerini de karşılayacak maddi ve toplumsal koşullar
yaratmaktır. Ortadan kaldırmak istediğimiz tek bir şey var: toplumsal adaletsizlik:
sınıf, ırk ya da cinsiyete dayalı bir baskı ya da egemenlik olasılığı.
Bizim esas yapmak istediğimiz baskıyı azaltmak, hafifletmek ya da zayıflatmak
değil, kelimenin tam anlamıyla onu kökten söküp atmaktır. (222-223)
Singerın alternatif arayışında daha çok şey var. Ancak burası onun
çizdiği çerçevenin her bileşeninin değerlendirilmesinin yeri değil. Ama
biz Singerın ayaklarının yere bastığına vurgu yapmak istiyoruz. Onun idealizmi;
hedeflerin büyüklüğüne dair gerçeklikle, tuzakların ve kapitalizmin
yıkılışından sonra dahi sosyalist dönüşümün ne kadar büyük önemi olduğuna
işaret ediyor. Burada, sosyalizmin kaçınılmazlığına ilişkin hiçbir saf
inanç yok:
Eğer hareketle öznesi arasındaki diyalektik bağı
yeniden kurmak istiyorsak; gerçeklik, gereklilik ve kaçınılmazlık arasındaki
net ayrımları koymak zorundayız. Sosyalizm tarihsel bir olasılık, hatta
kapitalizmin şerrini ortadan kaldırmak için bir gereklilik olabilir, ancak
bu onun kaçınılmaz olarak tarih sahnesindeki yerini alacağı anlamına gelmez.
Kaderci anlayıştan [conception] bu ayrılış bir anlamda, sosyalizmin, hep
bir olasılık olarak bakıldığı halde, gerçekleşecek bir sıçrayış olarak
görülmediği, Rosa Luxemburgun sözleriyle barbarlığın her şeye karşın kazanacağı
daha uzak bir geçmişe geri dönüştür. Hele, nihayi hedefe ilişkin belirsizlik
pasifliğe, boyun eğişe ya da geri çekilmeye neden olmamalıdır. Tersine,
bu, daha fazla katılımı, daha fazla etkinliği ve daha militan tutumları
gerektirmektedir, zira, nesnel koşulların sınırları içerisinde, gelecek,
bizim onu yapacağımız şeydir. Ve bu yenilenmiş kanaat ve etkinlik özellikle
bugün anlaşılırdır, çünkü egemen sınıfın ve onun ideologlarının kibiri,
bizim güçsüzlüğümüzden, teslimiyetimizden ve oyunun verili kurallarını
kabul edişimizdendir. (s. 272-273)
Bizim nerede durduğumuzu söylemeden devam edelim. Monthly Review,
sosyalizmle ilgili söylenenleri ve ona erişmek için verilen mücadeleyi
genişletmek için kuruldu. Biz, bu ülkedeki ve bu gezegenin diğer herhangi
bir yerindeki toplumsal adaletsizlikten nefret edenlerin nasıl olup da
şu veya bu şekilde sosyalizm meselesine nasıl dahil edilemediğini anlaşılması
güç görüyoruz. Bu, yol boyunca çok şey öğrendiğimizi yadsımak falan değil.
Ancak, bu dersler, Monthly Reviewün temel inancını değiştirmiyor. Hatalara,
aksiliklere ve yolun uzunluğunu ve çetinliğini tanımamıza karşın çalışmaya,
eğitmeye ve kapitalist toplumsal sistemin aşılması ve nihayetinde yerine
bir eşitlikler sisteminin kurulması için misyonerler gibi çalışmaya duraksamadan
devam etmeliyiz.
__________________________________________________
* Radikal Demokrasi savunucuları kasdediliyor. çev.
(1) Bu meselenin aldığı değişik biçimlerle ilgili bşr tartışma
için Ellen Meisksins Woodun Isaac Deutscher ödüllü kitabı The Retreat
from Class [Türkçe baskısı: Sınıftan Kaçış, çeviren: Şükrü Alpagut, Akış
Yayıncılık, Şubat 1992, İstanbul çev.]ı yürekten tavsiye ediyoruz.
(2) New York Timesın 1996da gerçekleştirdiği bir ankete göre
Amerikalıların %55i kendilerini işçi, sınıfı olarak tanımlarken %36sı
orta sınıf olarak tanımlıyor; bunun yanında Gallup, İngilterede sınıf
mücadelesinin olduğunu düşünenlerin oranının 1960ların başlarındaki değeri
olan %60tan 1990ların ortalarında %81e yükseldiğini tespit etti. Bu
konuda Leo Panitch ve Colin Leysin yükselen sınıf bilincinin belirtilerini
tartıştıkları The Legacy of The Manifesto (Socialist Register 1998) başlıklı
makalelerine bakınız.
çeviri: vertov
|