kinodelia-sahaf
Benim yolum dünyanın daha taze bir algılanmasının yaratımına doğrudur.



CAN DOSTU

Can Dostu, Yücel Sarpdere, Evrensel Basım Yayın, Birinci Basım, Ekim 1999, İstanbul

Yücel Sarpdere’nin darbe koşullarında “sade vatandaş”ın yaşadıklarını –ya da ona yaşatılanları- anlattığı ünlü Vatandaş Abuzer’inden sonraki romanı Can Dostu, çok da farklı olmayan koşullar altında, bu kez “dışarı”yı anlatıyor.

1984 yılında İstanbul’un uzak ve yoksul bir gecekondu mahallesinde geçen roman, o dönemde Türkiye emekçi sınıflarının içinde bulunduğu durumu, mahallede oturan ve civar fabrikalarda çalışan işçilerin yaşamları üzerinden anlatmış.

Romanın “esas oğlan”ı, zihinsel gelişimini tamamlayamamış bir genç: Muzo. Muzo, annesinin ölümünden sonra kendisini yanlarına alan Oya ve İbo’nun, orta yaşlarda bir devrimci karı kocanın evlerinde yaşamakta ve mahallenin yaşadıklarına “saf” bir tanıklığı ifade etmekte. Birçok şey ona anlamsız gelmekte bu yüzden. Polislerin neden insanlara bu kadar kötü davrandığını anlayamamakta. Bu durum, romanın sonlarındaki “Ben onlara bir şey yapmadım ki” sözleriyle de dışa vurulmakta.

Muzo, aynı zamanda, romanda en başarıyla çizilen karakter. Hatta, “romanda adı geçen kişilerin ‘karakter’ sözcüğüyle değil, ‘tipleme’ sözcüğüyle belirtilmesi daha doğru olur”, dense abartı olmayacak. Kişilerin bu denli zayıf betimlenmiş olmasının da, romana alınan ve malzeme olarak kullanılan onca gerçeğe karşın romanın “gerçekdışı”laşmasında payı büyük. Bu durum özellikle Oya, İbo ve Prof’ta açığa çıkıyor. Oya ve İbo, “ideal” devrimciler oldukları kadar “ideal” insanlar da olarak, bütün “iyi” özellikleri üzerlerinde toplayarak, “başka bir dünyadan” geldikleri izlenimini doğururken, Prof’un üniversite öğrencisi olmasına karşın –bireysel gelişimine bu denli önem verdiği halde- “ortaokuldan kalma” denilebilecek davranış kalıplarının içine sıkışıp kalmış olduğu gözleniyor (Yaşar’ın bu kadar karaktersiz olması da ayrı bir tartışmanın konusu). Romanın gidişatında önemli yere sahip bu bireylerin özensiz çizilmiş olması romanda bir tekdüzelik yaratıyor.

Buna karşın devrimci ahlak ve eğitim konusunda önemli dersler veriyor okuyucusuna. Bu noktada “karakter” yerine “tipleme” kullanmasının avantajını iyi kullanmış gibi gözüküyor Sarpdere. Oya’nın Muzo’ya gösterdiği sabır ve onu özenle eğitmeye, bazı davranışlardan vazgeçirmeye çalışması güzel bir örnek buna. Devrimci eğitimin ne denli güç ve sabır isteyen bir iş olduğu da burada gözler önüne seriliyor. Muzo’nun hiçbir zaman yumurtasız yapamayacağını bilmesine karşın her seferinde ona güvenmesi, bu güvenini ona göstermesi gerçekten öğretici. 

Diğer yandan mahallelinin, yoksulluğa beraberce karşı koyma eğilimi ve “yoksulun yoksuldan başka dostu olmayacağı” düşüncesinde ifadesini bulan patron (sermaye, devlet, sistem) karşıtlığı romanın genel havasının aksine acele edilmeden işlenmiş. Ama daha önce de belirtildiği gibi romanın genel anlamda “aceleyle yazılmış olduğu” ve birçok geçiştirmenin varlığı diğer yerlerde hakim tonda. 

Ayrıca roman 1984 tarihi Türkiye’sini anlatsa da, o günkü çalışma koşullarının, atölyeler bağlamında ele alındığında neredeyse hiç değişmemiş olması ve her geçen gün daha da kuralsazlıştırılıyor olması, romanın bugüne dair de çok şey söylemesini sağlıyor. Sendika, ücret ve sosyal haklar anlamında düşünüldüğünde, özellikle küçük işletmelerde yoğun bir şekilde kendini gösteren baskı, bugün de dünkü kadar yoğun. 

Sarpdere’nin her iki romanında da askeri darbe dönemini konu alıyor olması ilginç bir raslantı olmamalı. Gerçi bugünün baskı koşullarının çok da farklı olduğu ya da “artık her şeyin değiştiği” söylenemez, ama o günden bugüne değişen şeylerin de olduğu, işçi sınıfının mücadelesi ve onunla bağlantılı olarak devrimci mücadelenin önemli dönüm noktalarından geçtiği bilinen bir gerçek. Bu koşullarda, bizim beklentimiz, Sarpdere’nin gelecek romanının tarihsel arkaplanının ‘89 Bahar Eylemlilikleri sonrasını ele alması. Bunu merakla bekliyoruz.

vertov

kinodelia