kinodelia-politika
Benim yolum dünyanın daha taze bir algılanmasının yaratımına doğrudur.


RADİKAL DEMOKRASİ TEORİSİNDE YÖNETİME KATILIM

 

 

GİRİŞ

1960’larla gerek kapitalizmde gerekse Marksizm’de yoğunlaşan ve yeni arayışların ortaya çıkmasına neden olan bunalım, 1980’lere gelindiğinde bir billurlaşma dönemine girmiş bulunuyordu.

Radikal Demokrasi anlayışı da bu tarihsel arkaplanın ürünlerinden biri. Daha önce de belirtildiği gibi Batı’da son dönemde gelişen yeni toplumsal hareketler de teorinin gerek oluşturulması gerekse doğrulanması sürecinde önemli bir role sahip. Radikal Demokrasi, günümüz dünyasında (Batı’sında demek daha doğru) demokratik hak ve özgürlüklerin ençoklaştırılması ekseninde bir pratik politik platform sunuyor.

Bütün bu söylenenlerin teorisinin yapıldığı en popüler kaynaklardan bir tanesi Ernesto Laclau ve Chantall Mouffe’un birlikte yazdıkları "Hegemonya ve Sosyalist Strateji" adlı kitap. Öncelikle bir özneden hareket ederek bu öznenin “kendisinden bekleneni verememesi” sonucunda ortaya çıkan boşlukların, Rosa Luxemburg’tan Gramsci’ye, Kautsky’den Lenin’e Marksist kuramcılar tarafından doldurulmaya çalışılması çabası ele alınmış. Ve bu da Marksist hegemonya kavramı bağlamında değerlendirilmiş.

Klasik liberalizme ve Marksizme bir alternatif olarak sunulan Radikal Demokrasi, bir toplumsal devrim programına başvurmaksızın kapitalizmin dönüşümünü olanaklı gören ve tarihte sık sık gündeme gelmiş olan tartışmaları yeniden gündeme getiriyorlar. (Bunlara en iyi örnek belki de Lenin’in "Emperyalizm" (1995) broşüründe sert bir biçimde eleştirdiği Kautsky.) Bu aşamada, sistem içinde birçok nokta eleştirilerek ve eleştirilen bu noktaların önerilen “popüler” siyasal güçle değiştirilmesi ve iyileştirilmesi yoluyla hedeflenen “derin” ve “geniş” liberal demokrasiye ulaşılacağı söyleniyor.

 

1.) SINIF

Siyaset ve toplum kuramları söz konusu olduğunda, “sınıf”, en önemli ayrım noktalarından birisi olmaktadır. Kuramsal inceleme ve saptamalarında sınıfı temel alan kuramlarla, sınıftan uzak duran ve ona tereddütle yaklaşan, dolayısıyla da toplumbilimsel çözümlelmelerde ona yer vermeyi gereksiz ve yanıltıcı bulan görüşler birbirlerinden bu noktada ayrılırlar. Sınıfa ilişkin tezlerin bazıları birçok sosyal bilimler akımında geçerliliğini korusa da sınıf çatışmaları geleneksel anlamda sadece Marksist toplumsal ve siyasal kuramda çözümleyici köşe taşı olarak ele alınırlar (Becker, 1989:127). (Sınıfa ilişkin tartışmaların geniş bir değerlendirmesi için bakınız: Öngen, 1996) Marksist kuram, insanlık tarihini “sınıf mücadelelerinin tarihi” (Marx-Engels, 1998: 46) olarak ele alır ve yorumlar. Marx, ilkel komünal topluluk sonrasından başlayarak bütün tarihsel çözümlemelerinde bu ilkeyi ortaya koymuştur. Marksizm, tarihin, emeğin ontolojik karakterinin ürünü olduğunu kabul eder.

Sınıflara böyle bir irade (öz) ve rol (özne konumu) atfedilmesi, bilindiği gibi Marksizmin idealizmle, hatta metafizikle suçlanmasına neden olmuştur. Ancak, bu suçlama haksızdır. Çünkü Marx “tarihe sınıf mücadelelerinin yön verdiğini” yazarken (Komünist Manifesto), gerçekte tarihsel gelişme ile sınıflar mücadelesi arasındaki nedenselliğe dikkat çekmek istemiştir. Dolayısıyla bu önerme, tarihi yapan insanların (sınıfların), aynı zamanda tarih tarafından yapıldığı düşüncesini de içeren bir nedenselliği veri aldığı için, metafizik değildir. (Öngen, 2000: 62)

Bazı “post-Marksist” kuramcılar ve özelde bu çalışmanın da konusu olan Radikal Demokrasi kuramcıları (radikaller), Marksizmin bu yorumunun dışına çıkarak; anonim özneler yerine tekil özneleri dayanak noktası olarak alan ve hatta özne-nesne ilişkisini reddeden, siyaset gündeminin merkezine farklı kavramlar (kimlik, birey, çoğulculuk vb.) yerleştiririler. Bu, sınıfı reddedişin bir teklik (homojenlik) gösterdiğini iddia etmek doğru bir yaklaşım olmaz, ancak bunlar arasında bazı ortak noktalar saptamak gerekirse bunlar şöyle özetlenebilir: Sınıfın ekonomik konumu buna uygun bir siyasal güce yol açmamıştır ve bu da ekonomi ile politika arasında zorunlu bir tekabüliyet ilişkisi bulunmadığı “gerçeği”ne işaret etmektedir. Yani, ideoloji ve politika, ekonomiden özerktir. Dolayısıyla işçi sınıfı sosyalizmle hiçbir ayrıcalıklı çıkar elde etmeyecektir. (Wood, 1992:9-10) Bu teorilerin ortaya atılmalarını arkaplanında iki temel neden belirleyebiliriz: “işçi sınıfının beklenen ‘devrimci misyonu’nu bir türlü gerçekleştirememiş olmasının yanı sıra, son onyıllarda Batı’da gelişen ‘yeni toplumsal hareketler’”. (Savran, 1990-1:109)

Laclau, Politika ve İdeoloji’de şöyle diyor: “Avrupa işçi sınıfının etkisinin gitgide artırdığı, yürüttüğü mücadelenin, orta kesimler üzerinde ideolojik ve siyasal egemenlik kurma yarışı olduğunu gitgide daha iyi kavramak durumunda kaldığı günümüzde, Marksizm’in, sınıf indirgemeciliğini son izleriyle birlikte ortadan kaldıran güçlü bir ideolojik pratik kuramı geliştirmesi her zamankinden daha çok gereklidir.” (aktaran: Wood, 1992)

Sosyalist programın sınıftan “arındırılması” sosyalist hedeflerin ve pratik platformun da yeniden tanımlanmasını gerektirir. Ve bu da yapılmıştır. Öznesi çevreciler, feministler, ırkçılık karşıtları ve ucundan da işçi sınıfının katılımıyla oluşmuş popüler bir siyasal güç olan ve yöntemi “Liberal Demokratik ideolojiyi reddetmek değil, tersine onu radikal ve çoğul bir demokrasi doğrultusunda derinleştirmek ve genişletmek" (Laclau-Mouffe, 1992:216) olan bir siyasal platform.

Oysa devrimci Marksizmde sınıf ve onun mücadelesi toplumsal dönüşümün ve sosyalist inşanın temel taşıdır. Bu, yukarıda da değinildiği gibi yalnızca bir inanç değildir; bir tarih çözümlemesinin maddi sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Ömrünü kapitalizmin tarihsel bir çözümlenmesine ayıran Marx, kapitalist (sınıflı) toplumun temeline sömürü ilişkilerini ve emek ile sermaye arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı koymuştur. Bu uzlaşmaz karşıtlık da işçi sınıfını yalnızca sosyalizmin kurulmasından en dolaysız çıkarı sağlayacak sınıf yapmakla kalmamış, işçi sınıfını üretim sürecine müdahale ve üretimi engelleme kapasitesine sahip olması ve kolektif üretici konumundan dolayı örgütlenme ve yeni bir toplum kurma ve düzenleme potansiyeli sayesinde (Savran, 1990-1:111) bu programı uygulayabilecek tek toplumsal özne kılmıştır. Diğer toplumsal katmanların hepsi kapitalizm ile onun kendi bünyesi içerisinde uzlaşabilecekken; emek sömürüsünün ortadan kalkması için harekete geçen işçi sınıfının böyle bir şansı yoktur. Çünkü sömürünün sona ermesi ancak ve ancak kapitalist sistemin yıkılmasıyla mümkündür.

 

2.) İDEOLOJİNİN VE POLİTİKANIN ÖZERKLEŞTİRİLMESİ

Laclau ve Mouffe’un, Marksizmin toplumsal koşulların üretim ilişkilerince belirlendiğine dair çözümlemelerine yaklaşımı hayret uyandırıcı derecede indirgemecidir. Ekonomik düzeyce belirlenen özne ilişkisinin altyapı-üstyapı diyalektiğinin dışında ele alınması doğal olarak "eleştirmek" için geniş bir alan yaratmaktadır. Ekonomik altyapının kayıtsız koşulsuz üstyapıyı belirlediği (üstyapının altyapıya etkisi görmezden geliniyor) varsayımından hareketle "tarihsel çıkarlar" yeniden tanımlanıyor. Zaten, yazarların ele aldığı İkinci Enternasyonalin "Marksizmin pozitivist yorumu olarak adlandırılabilecek paradigması sınıf indirgemeciliğinin sınırlarını fazlasıyla aşmaktadır" (Demircioğlu, 2000:147). Marksizme böyle bir yaklaşımın ilk örneğini oluşturmuyor Laclau ve Mouffe, "Ama burada da ‘paradigma’yı en yatkin biçimiyle kurma onuru onlara ait" (Savran, 1990-1:118).

"Politik ya da başka dışsal müdahalelerden doğan bütün belirsizlikleri dışlayan" (Laclau, 1992:98) bir ekonomik düzey tanımıyla başlanınca, nerelere varılacağı çok da anlaşılmaz değildir. Böyle bir "özet"ten ortaya çıkan ve ayakları yere basmayan proletarya hiçbir dışsal etki beklemeden ve tarihten bağımsız olarak devrimi gerçekleştirmeliydi zaten. Hatta biraz daha ileri götürerek Perry Anderson’un New Left Review’ün 2000 yılı ilk sayısının başyazısında yaptığı gibi Marx’ın bize geçen yüzyılda (19. yüzyılda) öğretmiş olduğu şeyin kapitalizmin güncel gelişimine katılmak ve onun kendi kendini yok etmesini beklemek (aktaran: Monthly Review, Notes From The Editors, Volume 52, N.4, September 2000) olduğu bile söylenebilir.

Marx, her şeyden önce, modern toplumun ekonomik hareket yasaları üzerindeki örtüyü kaldırmaya ve ekonominin bağımsız bir alan olarak, toplumsal ilişkilerden yalıtılarak ele alınmasının sakıncalarını göstermeye çalışmıştır. Marx’a göre kapitalist üretimin nihai gizi iktidar ilişkilerinde yattığından kapitalizma karşı mücadele her zaman politik bir mücadele olmak zorundadır. Yine Marx’ın Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’da, ekonomi ile siyaset arasındaki ilişkiyi her birinin özgül biçimlerini dikkate alarak değerlendirdiği ve arkasından ekonominin "egemen rolünü" vurguladığı bir gerçektir. Bu gerçeği görmediğimiz ya da "görmek istemediğimiz" zaman Marx’ı rahatlıkla ekonomik indirgemecilikle suçlayabiliriz. (Aydoğanoğlu, 2000)

Sevilay Kaygalak’ın söz konusu siyasal projeyi ele aldığı yazısında çok güzel gösterdiği gibi Laclau ve Mouffe Marksizm’i değil, onun çarpıtılmış bir halini eleştirmekte ve gerçekliğin içindeki nedensel hiyerarşiyi reddederek, "onun yerine, söylem, eklemlenme ve raslantısallık gibi kategoriler"i gerçekliğin biçimlenmesinde etkili unsurlar olarak görmektedirler. (Kaygalak, 2001)

Marksizm’i suçladıkları diğer bir nokta da işçi sınıfına atfedilen özne konumunun evrensel bir konum olmasıyla, Marksizm’in metafizik bir alana kaydığı yönündedir. Böyle bir evrenselciliğin Hegel’den devşirme bir tür mesihçi yaklaşım olduğu öne sürülmektedir (Adaklı, 2001:22). Marx’ın böyle bir evrensel özneden bahsetmeden önce yapmış olduğu tarihsel değerlendirme ve tespitlerin adeta hiç önemi yoktur. Yine evrensel bir sınıf olan burjuvaziye ve onun düzenine karşı evrensel bir mücadelenin verilmesi gerektiğini Marx ve "ikinci keman" Engels, daha Komünist Parti Manifestosu’nda ilan etmiş ve ortaya koydukları bilimsel çalışmalarla bunu kanıtlamışlardır.

3.) VE YÖNETİME KATILIM

Radikal Demokrasi, yönetime katılım bağlamında incelendiğinde, ortaya, Liberal Demokratik yönetime katılım perspektiflerinin ötesinde bir sşey çıkmıyor. Sürekli olarak Liberal Demokratik ideolojiyi "radikal ve çoğulcu bir demokrasi doğrultusunda derinleştirmek ve genişletmek”ten (1992:216) bahseden Laclau ve Mouff’un eserlerinde de bunu açıkça görebiliriz. Sınıfsal bir perspektifi terketmenin doğal sonucu olarak ortaya çıkan böyle bir yaklaşım, bugünün ihtiyaçlarına çok iyi yanıt veriyormuş ve Batı’da gelişen toplumsal hareketi açıklıyormuş gibi gözükmesine karşın, emeğin yabancılaşmasının ortadan kaldırılması sorununa uzak kalıyor. Dolayısıyla halk kitlelerinin yönetime katılımı anlamında Liberal Demokratik teori kapsamında ele alınması daha doğru olacaktır.

Öte yandan yine Laclau ve Mouffe’un kitabından örnekleyecek olursak, Leninist parti öğretisi bağlamında, işçi sınıfının parti yönetimine katılımları değerlendiriliyor. Leninizm’in ve Komintern’in Marksizm’e getirdikleri bütün terminolojik yeniliklerin askeri terminolojiden almış oldukları eleştirisiyle başlayan bir yerde, (örnek olarak, “taktik ittifak”, “stratejik çizgi”, şu kadar adım ileri bu kadar adım geri”) (1992:74); “Bir hegemonik sınıf ile bir demokratik görev ya da talep arasındaki ilişki ancak, bu görev farklı bir sınıfa ve evrimci bir paradigma içindeki zorunlu bir aşamaya bağlandığı sürece dışsal, manipülatif bir karakter alır” (1992:74) denilerek devam ediliyor. Metinde Leninist parti öğretisi “otoritaryen pratik" olarak kavramsallaştırılıyor. Böyle bir kavramsallaştırmanın sonucunda “temsil eden”le (parti) “temsil edilen” (işçi sınıfı) arasında bir kopmaya yaklaşıldığı söyleniyor: “fakat gerçek işçi sınıfı kendi ‘tarihsel çıkarları’yla tam olarak özdeşleşmekten elbette uzak olduğundan, sınıfın maddiliği ile onun ‘gerçek kimliğini’ temsil eden politik kerte arasındaki kopukluk sürekli hale gelir’ (1992:76). Leninist öncü kavramı ve Lenin’in Ne Yapmalı?’da formüle ettiği işçi sınıfına bilincin dışarıdan verileceği fikrinin (Lenin, 1992: 36) “gittikçe artan bir ikameciliğe” neden olduğu savunuluyor (1992:76).

Lenin’in adı geçen eserine bakacak olursak, iki tip işçi örgütünden bahsedildiğine tanıklık ederiz: Biri,işçilerin olabildiğince geniş katılımıyla ve hiçbir kısıtlama getirilmeksizin işçilerin en geri kesimlerini daha kapsayan ve işçilerin ekonomik mücadelelerini gerçekleştirerek “mücadele”yi öğrenecekleri ve devrimci propaganda-ajitasyon faaliyetinin hedef kitlesini oluşturacak olan sendikal tipte örgütler (bu tip örgütlerden bahsedilen kısımda ekonomizm de sert bir dille eleştirilmektedir); diğeri ise varolan koşullardan kaynaklı olarak gizli ve dar olması gereken işçi sınıfının devrimci partisidir.

Burada, Lenin’in bahsettiği otokrasi koşullarının artık ortadan kalkmış olduğu, hatta hemen her ülkede Komünist Partisi kurmanın yasal bir iş olması gerektiği savunulacaktır. Ne var ki, mesele legalite-illegalite meselesi olmadığı gibi, günümüz koşullarında dahi birtoplumsal dönüşümü gerçekleştirecek düzeyde güçlenecek bir örgütün illaki baskıcı ve faşistçe yöntemlerle ortadan kaldırılmaya çalışılacağı ve bunun binbir oyunla meşrulaştırılacağı gün gibi aşikardır. Liberal Demokrasinin bunca yerleşmiş olduğu Batı toplumlarında dahi ancak otonom örgütler olarak birarada bulunan “Küreselleşme Karşı Hareket”in (bu hareketlerin dönüştürücü bir perspektifleri olmadığı da herkesçe malum olduğu halde) Seattle ve Prag örneklerinde olduğu gibi polis barikatlarıyla karşılanması, daha ileri gidenlere neler olacağının da ipuçlarını vermektedir. Bu koşullarda bütün kadrolarıyla ve örgütlenme anlayışıyla disiplinli ve profesyonel bir çalışma içinde bulunmayan bir örgütün ortadan kaldırılması da son derece kolay olacaktır. Lenin’in de eserinde kanıtladığı gibi, hangi sınıftan geldiği önemli olmayan bir örgüt, sosyalist mücadeleyi yükseltmek için temel gerekliliktir.

İddia ediyorum ki: 1° sürekliliği sağlayan istikrarlı bir önderler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareket varlığını sürdüremez; 2° hareketin temelini oluşturan ve ona katılan halk yığınları savaşıma kendiliklerinden ne kadar bhüyük sayıda sürüklenirse, böyle bir örgüte gereksinim o ölçüde ivedileşir, ve bu örgüt de o ölçüde sağlam olmalıdır (yoksa demagogların yığınların daha geri kesimlerini arkalarında sürüklemeleri daha da kolay olur); 3° böyle bir örgüt esas olarak devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerden oluşmalıdır; 4° otokratik bir devlette, böyle bir örgütün üyelerini devrimci eylemi meslek edinmiş kimselerle ve siyasal polisle savaşım sanatında profesyonel olarak eğitilmiş kimselerle ne denli sınırlarsak örgütü açığa çıkartmak, o ölçüde zorlaşacaktır; 5° harekete katılabilen ve orada etkin olarak çalışabilen işçilerin ve öteki toplumsal sınıflardan gelme öğelerin sayısı o ölçüde büyük olacaktır. (Lenin, 1992:125-6)

Bu “otoritaryen pratik”e karşı önerilen “demokratik pratik” ise işçi sınıfının sınıfsal mücedale zeminini terk ederek eklemleneceği bir halk ittifakından bahsediyor:

Öncücü manipülasyondan ve sınıf hegemonyası ile demokratik görevler arasındaki ilişkinin dışsal bir şekilde anlaşılmasından kaçınan demokratik bir kitle pratiğinin derinleştirilmesi ancak, bu görevlerin zorunlu bir sınıf karakterine sahip olmadıkları kabul edildiği ve aşamacılık tamamıyla terk edildiği taktirde sağlanabilir. (Laclau, 1992:75)

Böyle bir hegemonik yaniden düzenlemenin de sosyalist politik pratik açısından bir genişleme ve derinleşme potansiyeli taşıdığından söz ediliyor.

Kapitalizme karşı bir halk ittifakının kurulması kuşkusuz önemli ve gerekli bir durumdur. Ve bu, kitleler içerisinde –en geri kesimler dahil- sosyalist propaganda ajitasyon olanağı sağlaması açısından da yararlıdır. Ancak ortaya konan perspektif sınıfsal zeminin terkedilmesinde ısrar etmekte ve terkedişin belirleyici olacağının savunmaktadır. Bu, şimdiye kadar tartışılanlar ekseninde, bir sosyalist mücadele hattı örülmesi açısından kabul edilebilir bir şey değildir.

 

SONUÇ

Radikal Demokrasicilikte (ya da her ne deniyorsa adına onda), ideoloji ve politika “klasik” Marksizmin aksine ekonomik ilişkilerden koparılmıştır. Özerk alanlar olarak tanımlanırlar. Özne konumu da ideolojik ve politik bir temelde tanımlandığından artık “özne”nin sınıfla hiçbir bağı kalmamıştır. Sınıfın yerine, bu ideolojik ve politik konumda bulunan herhangi bir şey yerleştirilebilir. (Ama bu öyle bir şekilde söylenir ki bu özne konumuna yerleştirilen şeyin yine işçi sınıfı olması çok da olanaklı görünmez.)

 

Radikal Demokrasi Teorisi, burada anlatılabildiğinin ötesinde daha felsefi ve teorik tartışmalara da giriyor. Ayrıca bu tartışmaların önemli bir bölümü emek cephesinin kendisini bir kez daha değerlendirmesi ve bu değerlendirme ekseninde yeniden şekillenmesi açısından önemli. Bir şekilde bu tartışmaların her an yapılması ve Marksizmin teorik hattının ve politik platformunun sınanması bu hattın doğruluğunun gözden geçirilmesinde eleştiri ve özeleştiri Marksist pratiğin en önemli bileşenlerindendir. Ancak bütün bunlar yapılırken Marksist pratiğin dönüştürücü özünden kopmamak ve bütün yeniden tanımlamaları bu öze bağlı kalarak yapmak önemlidir. Ancak ne Radikal Demokrasi teorisinde (burada ele alındığı kadarıyla) ne de onun esin kaynağı olan "yeni toplumsal hareketler"de bu dönüştürücü özden söz edilebilir. Sözü edilen toplumsal hareketleri incelediğimizde; otonom örgütlülükler ya da "örgütsüzlükler"ce "organize edilmiş", başı-sonu, öncülleri ve hedefleri belli olmayan ve bir gelecek vurgusundan ve anti-kapitalist olmasına karşı dönüştürücü bir içerikten yoksun eylemliliklerle karşılaşıyoruz.

 

Radikal demokrasi modeli, her hangi bir başka model gibi tarihsel sınırlılıklarını tespit edebildiği, ve kendi sonlanışını savlayabildiği bir ütopya tasavvuruyla birlikte ancak evrensel, a priori, ve tarihüstü/dışı olmaktan kurtulabilirdi. Oysa görüldüğü kadarıyla, radikal demokrasi projesinin sahipleri kendi siyasal ve toplumsal konumlarından –ayrıcalıklı ya da değil- hoşnutturlar. Üstelik, bu anlamdaki bir “siyasalın kapanmasını” en büyük tehlike olarak görecek denli “ölümden” de (daha az trajik ve edebi bir dille söylenecek olursa, “kendinden kopuştan” ya da politik anlamda bir “devrim”den) korkmaktadırlar. Dolayısıyla, “radikal demokrasiyi radikalleştirmek”, kendisinin de “ölümünü” tasavvur edebilecek denli radikal dönüşüm momentini kabul etmekle mümkün olabilirdi. Ama LM [Laclau ve Mouffe] yalnızca ayrıcalıklı konumlarından değil, ayrıcalıklı tarihsel momentlerden de vazgeçmiştir. Kısaca, devrimci bir modernlik perspektifi üretemeyecek kadar kendi konumundan hoşnut olarak hali hazırda varolan ilişkileri meşrulaştırır. (Arslan, 2000: 117)

 

 

 

 

Kaynaklar:

ADAKLI G. (2001) “Post-Marksizmin Kuramsal ve Siyasal Açmazları”, Praksis, S.1, Kış 2001, Ankara.

ARSLAN E. (2000) "Radikal Demokrasinin Ötesi: Siyasal Metafiziğini Aşmak”, Mürekkep, S:14.

AYDOĞANOĞLU E. (2000) “Radikal Demokrasi: Laclau & Mouffe Eleştirisi”, yayınlanmamış.

BECKER U. (1989) “Sınıf Kuramı –Hala Eleştirel Sosyal Bilimsel Çözümlemenin Ekseni mi?”, The Debate on Classes içinde, Ed. Erik Olin Wright, Londra, Verso

DEMİRCİOĞLU E. (2000) “Sınıf İndirgemeciliği Üzerine”, Teori ve Politika, S.19/20, Yaz/Güz 2000, Ankara.

GAMBLE A. (1987) "Class Politics and Radical Democracy", New Left Review, S:164.

KAYGALAK S. (2001) "Post-Marksist Siyasetin Sefaleti: Radikal Demokrasi", Praksis, S.1 Kış 2001, Ankara.

LACLAU E., MOUFFE C. (1992) Hegemonya ve Sosyalist Starateji, Çev.: Ahmet Kardam-Doğan Şahiner, Birikim Yayınları, İstanbul.

LENIN V.I. (1992) Ne Yapmalı? Hareketin Canalıcı Sorunları, Çev.: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, Ankara.

LENIN V.I. (1995) Kapitalizmin Son Aşaması Emperyalizm, Çev.: Süheyla Kaya, Red.: İsmail Yarkın, İnter Yayınları, İstanbul.

MARX K., ENGELS F. (1998) Komünist Parti Manifestosu Çev.: Yılmaz Onay, Evrensel Basım Yayın, İstanbul.

ÖNGEN T. (1996) Prometheus’un Sönmeyen Ateşi, Alan Yayıncılık, İstanbul.

ÖNGEN T. (2000) “Teknik Emekgücünün Sınıfsal Profili”, Toplum ve Bilim, S: 85.

SAVRAN G. (1990-1) “’Öz’lerin Reddinden Sınıf Politikasının Reddine”, 11. Tez, Onuncu Kitap, Belge-Uluslararası Yayıncılık, İstanbul.

WOOD E.M. (1992) Sınıftan Kaçış –Yeni ‘Hakiki’ Sosyalistler, Çev.: Şükrü Alpagut, Akış&Dönem Yayıncılık, İstanbul.

Monthly Review, "Notes From The Editors", Volume 52, n.4, September 2000 (Internet sayfasından yararlanılmışıtr.-).


 
vertov


kinodelia