kinodelia-arşiv
Benim yolum dünyanın daha taze bir algılanmasının yaratımına doğrudur.


FOLKLORA YAKLAŞMAK


Güney Dergisi’nin 16. sayısında halk oyunlarının devrimci içeriğini sorgulayan, onun ötesinde, halk oyunlarına yaklaşımda ne gibi ayrım noktalarının konulması gerektiğini tartışan bir yazı yayımlandı: “Folklora Yaklaşım Nasıl Olmalı?”. Öncelikle, yazı boyunca “folklor”un “halk oyunları” yerine kullanılmasını eleştirerek başlamak doğru olur herhalde. Zira, her ne kadar adı geçen yazıda da belirtildiği gibi halk arasındaki dar anlamlı kullanımı buna karşılık gelse de, “folklor” halk bilimi anlamına gelmekte ve bu anlamda kullanımını yaygınlaştırıp, yanlış kullanımının önüne geçmek de gerekli ve yararlı bir iş olacaktır. Ancak bunu belirttikten sonradır ki, halk oyunlarının, ya da halk kültürünün diğer öğelerinin (türküler gibi) tartışılmasına geçebiliriz.

Amacımız, kuşkusuz, ne geri kültürel öğeleri savunmak ne de “halk kültürününü her şeyinin iyi olduğunu söylemek”tir. Ancak, halk kültürü, halk oyunları gibi geniş ve zengin bir meseleye yaklaşırken geliştirilecek bakış açısının “çok boyutlu” ve zengin olması gerektiğini düşünüyoruz.

Yazı, halk oyunlarının tanımlanmasıyla başlıyor ve deniyor ki: “Çok genel bir yaklaşımla şunu söylemek yanlış olmayacaktır: Halk oyunları günümüz gerçekliğinden uzak, günümüzdeki üretici güçlere tekabül etmeyen geri bir toplumun kültürünün kalıntısı/ürünü olarak varlığını sürdürmektedir.” Kuşkusuz ki halk oyunları ve halk kültürünün diğer öğeleri ağırlıklı olarak toprağa bağlı insanın değer yargılarını, yaşantısını yansıtmaktadır ve bu yönüyle “geri”dedir. Ancak üretim ilişkileri bakımından daha “geri”de olan bir toplum/yaşam biçiminin tüm kültürel öğelerinin reddedilmesi tartışmalıdır. Evet, zamanla, orada anlatılanlar daha “ileri” bir üretim ilişkileri düzeyindeki insanları yaşam biçimlerini yansıtıyor olmayacaklardır. Fakat, bu demek değildir ki, orada kültürel anlamda her şey tükenmiştir, ya da daha geri bir toplumsal formasyonun propogandası yapılmaktadır. Kültüre ilişkin tartışmayı birebir üretim ilişkileri ve üretim araçlarına ilişkin tartışmayla karşılaştırmak her zaman doğru bir tutm olmamaktadır. Temek belirleyenin üretim ilişkileri olduğu doğru olmakla beraber, başka değişkenler ve ilişkiler de çoğu zaman göz ardı edilemeyecek kadar önemli olabilirler.ayrıca, geleceğin kültürünün kurulması asla feodalitenin ve burjuvazinin bütün değerleri reddedilerek olacak bir şey değildir. Bu , ancak o kültürel birikimin eleştirisi ve bazı öğelerin korunması  ya da yeniden içeriklendirilmesiyle gerçekleştirilebilecek bir şeydir. Ve neyin devrimci olup neyin muhafazakar ya da gerici olduğu tartışmasını yapmak için de biraz erken olduğu söylenebilir. Zira, devrimci olma-olmama durumu kendini en keskin haliyle devirm sırasıdna ve sonrasında çoğu kez “elde bulunan”ın yeniden içeriklendirilmesiyle ve bu yeniden içeriklendirmenin halkın geniş kesimlerini etkileyebilir hale gelmesiyle ortaya çıkar. Ve ortaya hiç de “beklenmedik” sonuçlar çıkabilir. Halk kitleleri, bizim “geri” ilan ettiğimiz bir türküyle yürüyüşe geçebilirler sözgelimi. Bu halk kitlerlerinin “geri”ye gittiğini değil, o türkünün yeniden içeriklendirilmişi olduğunu ve o günkü halk kitlesinin ruhunu yansıttığını gösterir.

Bu tanımlama bölümünde iki noktaya daha değinmekte yarar olacağına inanıyoruz: Birincisi, halkın yaptığı danslarla, halk oyunları/dansları karşılaştırılıp halk oyunlarının giderek “tarihi eser” haline geldiği saptanıyor. Bunun ne gibi bir sorunu beraberinde getirdiği ya da neyi “kanıtladığı” belirtilmemiş. Yani varılmak istenen nokta belirsiz. İkincisi, halk danslarının ulusal özelliğine değinilip milliyetçilerin elinde bir propoganda aracı olarak kullanıldığı söylenmiş. Bugünün koşullarında bunun çok yaygın olmadığını da saptamak gerekir. Hem birileri bunu yapıyor diye halk oyunlarının diğer yönlerini öne çıkarmak olanaksız mıdır? Ya da bir kültürel öğenin ulusal olması bunun dışında bir tehlike yaratır mı? O neden bizim elimizde farklı anlamlara gelmesin? Veya "ulusal" bir öğe olarak "dil"i de bugünden reddetmeyi getirmez mi bu anlayış? Bu, ne kadar doğrudur? Kuşkusuz, "halk kültürünün her şeyini iyi görüyor" değiliz. Elbette eleştirilecek ya da içeriği itibarıyla "bitmiş" olduğunu kabul ettiğimiz yanları vardır. Ama bu "halk kültürünün her şeyini kötü görmeyi" de gerektirmiyor. Kan davası da halk kültürünün bir parçasıdır, ya da yazıda belirtildiği gibi feodal namus anlayışı da. Ve bizim yapmamız gereken de bunlara karşı savaşmaktır. Yoksa halk kültürünü bunlara indirgemek değil.

Yazının sonraki bölümünde halk oyunlarını sahiplenen devrimcilerin tutumunun çelişkili bir tutum olduğu üzerinde durulmuş: "Bir yanda; sömürüye ve ücretli kölelik düzenine dayalı içinde yaşadığımız kapitalist toplumdan daha da ileride olan yeni bir toplum projesiyle, sınıfsız-sömürüsüz yeni bir dünya yaratma projesiyle ortaya çıkıp bu projenin kültürel yanının temellerini ortaya koyup sahiplenecek; ona uygun etkinlikler düzenleyeceksiniz; diğer yandan ama bunu yaparken içinde yaşadığımız toplumdan daha da eski bir toplumun kültürünü yansıtan bir folklor grubunu yapılan etkinlik programlarına dahil edecek, kitlelere feodal kültürün propagandasını yapacaksınız. Daha da önemlisi bunu yaparken ona onda olmayan özellikler atfederek, feodal kültürü "devrimci", "sosyalist" vs. gösterip kitlelere yanlış bilinç vereceksiniz".

Burada da aynı hataya düşüldüğü gözlenmekte: Bir kültürel öğe, onun içeriğiyle sınırlanıyor, adeta içerikten ibaret kılınıyor. Oysa böyle bir yaklaşım çoğu kez anlamsızdır. Kaldı ki içeriği bu kadar öne çıkaran bir yaklaşıma, içeriği itibarıyla pek de itiraz edemeyeceği onlarca örnekle yanıt verilebilir. Biz bunu seçmiyoruz. Daha farklı bir örneklemenin daha anlamlı olacağı inancındayız. Rock'n Roll'u ele alalım. Özellikle '60'lı yıllarda gözle görülür bir yükselme gösterip bugünlere dek gelmiş bir birikimdir Rock'n Roll. '60'lı yılların itirazlarıyla içeriklenip bugünlere gelindiğinde Nirvana, Rage Agains The Machine (RATM) gibi Seattle'lı gruplarla kendini gösteren bir birikim. Bu birikime yalnızca içeriği, eleştirdiği ve önerdiği ilişkilerle bakacak olursak, o zaman bu müziğe dair pek çok şeyi göz ardı etmiş oluruz. Ya da Manowar gibi faşist grupların müziğine bakıp "bu müzik faşisttir, faşizm propagandası yapmaktadır", dersek, büsbütün indirgemeci bir yaklaşım geliştirmiş oluruz. Bu müziğin, içerik itibarıyla söz gelimi RATM de kapitalizm eleştirisine oturduğunu görüp de Metallica'nın salt yayıncısının ticari çıkarları için mahkeme koridorlarında boy göstermesini ya da bir zamanların asi çocuğu, Rolling Stones vokalisti Mick Jagger'ın salt telif hakları yasası yüzünden basına fotoğraf vermemesini görmezlikten gelemeyiz. Bu müzik türünün beraberinde getirdiği yaşam tarzlarının çeşitliliği de tartışmaya ayrı bir boyut katmaktadır hem. Sözetle, daha '60'larda oluşmaya başlamış böylesine bir birikimi bugünkü haliyle ne "ilericidir" diye yüceltebiliriz ne de "gericileşmektedir" diye damgalayabiliriz. Onun ilerici mi gerici mi olduğu bugünden tartışılıp peşinen kararlaştırılabilecek bir şey değildir.

Söylemek istediğimiz şudur ki, kültürel bir yaklaşım geliştirmek her zaman zengin bir bakış açısı ve indirgemeyi her zaman "son kerte"ye bırakan bir yaklaşımla olanaklıdır. Evet, Rock'n Roll kapitalizm koşullarında doğmuştur ve yazarımızın bakış açısıyla belki de salt bu nedenle bile halk müziğinden, halk oyunlarından daha "ilerici" olduğu savunulabilir. Ama görüldüğü gibi bu hiç de dayanağı olmayan bir değerlendirme olacaktır.

Devrimcilere gelince: sözü edilen ayrım noktaları gözetildiğinde halk kültürünün "sahiplenilmesi" çok da sorun yaratacak bir mesele değildir. Ancak bu noktada yazara katılmamak elde değil: Gereken özen gösterilmeli ve apaçık yanlış yaklaşımlar geliştirilmemelidir. Bu konuda gösterilecek dikkat yazıda sözü edilen "kötü çelişki"ye de –eğer söz konusuysa- engel olacaktır.

Bütün bu tartışmaların ardından, yazarın sonuç bölümüne birebir katıldığımızı belirtmemiz ilk başta çelişki gibi görülebilir. Ancak pratik önerilerle şekillenen bu bölüm yazının ilk bölümlerinde gösterilen indirgemecilikten uzaklaştıkça ve "dünün tarlasını, çiftini çubuğunu anlatan folklor bugünün fabrikasını, işletmesini, işçisini, işçinin yoksulluğunu, açlığını veya direnişini vs. anlatabilir." dedikçe daha çok yazının bütünüyle çelişir gibi görünmektedir. Ve örneklemelerde çok daha farklı bir yere varılmakta: "Örneğin; devrimci eylemlerde, işçi mücadelelerinde vs. birlik ve beraberliği yaşamanın bir yansıması olarak birlikte türkü söyleme, halay çekme geleneği vardır ülkemizde. Burada halayın bireyselliği değil, birlikteliği öne çıkarıcı, birleştirici bir özelliği vardır, ki bu devrimci proleter dayanışma istemimize hizmet etmektedir. Bu nedenle halay birlik b,ve dayanışmayı eğlenmemizde de ifade etme ve doğrudan yaşamanın güzel bir aracı olabilmektedir".

Sonuç olarak, halk kültürünün, halk oyunlarının, halk danslarının tartışılması, bu konu üzerinde netleşilmesi önemli bir gelişme olacaktır. Bu yapılırken "son kerte"ye varılmadan önce yeterince tartışılması ve konunun her yönüyle zengin bir analizinin yapılması gereklidir. Aksi taktirde, ya tartışma sürmeyecek ya da bir inatlaşmaya dönüşecektir. Önerimiz bu tartışmanın halk oyunlarıyla sınırlanmayıp bir bütün olarak, müziğiyle, oyunlarıyla, şiiriyle... halk kültürüne genişletilmesidir. Bunun yanında bu kadar geniş bir konu tek başına bir yazının konusunu aşacağından, olanaklı olduğu ölçüde bu öğelerin teker teker, sırayla tartışılması sağlanmalı ve bu süreçte de yanlış anlaşılmalara yol açmaktan kaçınılmalıdır.
 
 


kinodelia